![]() |
Selçuk DEMİREL |
Refik Durbaş’ın
Karikatürist Selçuk Demirel’le
yaptığı aşağıdaki söyleşi,
31.o3.1995 tarihli YeniYüzyıl’da
yer almıştı.
Karikatürist Selçuk Demirel’le
yaptığı aşağıdaki söyleşi,
31.o3.1995 tarihli YeniYüzyıl’da
yer almıştı.
Selçuk Demirel, beş yıl sonra yeni çizimleriyle İstanbul’da İnsan aptal olmasın diye
çiziyorum
Demirel, çizerken kendini ince ve yüksek bir duvarın üstünde, elleri iki tarafa açık, bir dengede yürümeye ve ilerlemeye çalışan biri olarak hissediyor.
Selçuk Demirel, beş yıl aradan sonra İstanbul'da. Bugün, yalnızlık, iletişim, insansız çevre, çevresiz insan gibi temaların ağırlıkta olduğu sergisini Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde açıyor.
Demirel biraz önce ayağının tozuyla Paris uçağından inmiş. Konuşacak ne çok şey var, diyoruz ve işleri, galerinin tabanında izleyenlerini
bekliyor. İşleri diyorum, çünkü onları ne karikatür, ne desen, ne grafik, ne de resim olarak tanımlamak mümkün.
Birer fincan kahveyle sözün ilmiğini açıyoruz ve Demirel önce yaptıklarını tanımlasın istiyorum."İnsanlara, olaylara, şeylere başka türlü bakmaya, göstermeye dönük bir dil anlayışı bu..
Bu görsel dili kurmaya çalışırken, yazı ve sözün kalıplarından uzak bir yerlerde olmaya çalıştım hep. Bunun için yaptıklarımı yazının ya da sözün diliyle açıklamaya çalışmam, en azından benim _ için çelişkili bir durum. Bu yüzden yaptıklarım ne karikatür, ne de resim."Ve kendinden bir örnekle sürdürüyor:
"Kendimi ince ve yüksek bir duvarın üzerinde, ellerim iki tarafa açık, yere paralel çok ince dikkat isteyen bir dengede yürümeye, ilerlemeye çalışan biri olarak hissediyorum. Duvarın bir tarafında karikatür, illüstrasyon, desen, diğer tarafında resim, pentur vs... var."
Selçuk Demirel, beş yıl aradan sonra İstanbul'da. Bugün, yalnızlık, iletişim, insansız çevre, çevresiz insan gibi temaların ağırlıkta olduğu sergisini Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde açıyor.
Demirel biraz önce ayağının tozuyla Paris uçağından inmiş. Konuşacak ne çok şey var, diyoruz ve işleri, galerinin tabanında izleyenlerini
bekliyor. İşleri diyorum, çünkü onları ne karikatür, ne desen, ne grafik, ne de resim olarak tanımlamak mümkün.
Birer fincan kahveyle sözün ilmiğini açıyoruz ve Demirel önce yaptıklarını tanımlasın istiyorum."İnsanlara, olaylara, şeylere başka türlü bakmaya, göstermeye dönük bir dil anlayışı bu..
Bu görsel dili kurmaya çalışırken, yazı ve sözün kalıplarından uzak bir yerlerde olmaya çalıştım hep. Bunun için yaptıklarımı yazının ya da sözün diliyle açıklamaya çalışmam, en azından benim _ için çelişkili bir durum. Bu yüzden yaptıklarım ne karikatür, ne de resim."Ve kendinden bir örnekle sürdürüyor:
"Kendimi ince ve yüksek bir duvarın üzerinde, ellerim iki tarafa açık, yere paralel çok ince dikkat isteyen bir dengede yürümeye, ilerlemeye çalışan biri olarak hissediyorum. Duvarın bir tarafında karikatür, illüstrasyon, desen, diğer tarafında resim, pentur vs... var."
Akan saatler
Peki, diyorum bu dili oluştururken kendini daha çok-kimlere, hangi akıma yakın hissediyorsun?
"Görsel dil olarak kendimi Dada ve Sürrealist sanatçılarına hep yakın hissettim. Dali'nin su damlacığı gibi akan saati, benim için "şey'lere başka türlü bakmanın ta kendisiydi.
Bu sanat akımlarının çıkış noktaları, tanımlanmışın dışında (moral, estetik, inanış, şiir, felsefe vs.) yeni bir dil ve söylemdi."
Sanıyorum, günümüz iletişim teknolojisi ve bu teknolojinin aracılık ettiği medya, tehlikeli bir canavar gibi görünüyor sana?
"Montajı, miksajı daha önceden yapılmış, daha doğrusu fabrika edilmiş görüntünün, bütün bir hayatımızı kapsadığı bu yüzyılın sonlarında, çağdaş iletişim, insanı daha fazla yalnız, daha fazla edilgen, zayıf ve umutsuz kıldı. Rüyalarımız bile bu günlük, şiiri alınmış acısız, ağrısız görüntülerden alıntılarla dolu. Naklen savaş görüntüleri, terör, şiddet, patlamalar, parçalanmış insan vücutları, kan.... bütün bu gerçeklikler birer kurmaca gibi, televizyonun kapama tuşuna basınca sona eriyor ve gördüklerimizi hemen unutuyoruz...
Yeni iletişim teknolojisi kendi elitlerini yarattı. Buna günlük deyişle, topluca "medya" diyoruz. Ekonomi, politika sözüm ona sanat ve kültür, iletişim elitleri tarafından görsel tabletler halinde birer bardak soğuk suyla bizlere yutturuluyor. Bense insanların aptallaşmasına karşı çıktığım için çiziyorum.
"Mücadele etmeli"
"Senin" diyorum, "bir ayağın da Türkiye dışında, dışarıdan bakınca nasıl görüyorsun burayı?"
"Ülkelerinden uzakta, başka ülkelerde yaşayan insanlardaki ortak özellik, kendi ülkelerine karşı daha dikkatli duyarlı bir hale gelmeleri. Koruma, gözetme buna düpedüz "kayırma" bile diyebiliriz. Bu duygu bazılarında psişik boyutlara da varıyor.
Sporla uzaktan yakından hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, burada Trabzonspor bir Fransız takımını 3-2 yendiğinde koltuğumdan fırlayarak “Geçirdik.!” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Ben, bu geçirmeyi, henüz analiz etmiş değilim! Türkiye değişimlere gebe genç, dinamik bir ülke. Diğer demokratik ülkelerdeki insanlar gibi yönetilmeye, yönetmeye layık bir ülke. Bunu sadece yılbaşı kartındaki "en iyi dileklerimle" anlamında söylemiyorum. Bunun için mücadele etmeli! Mücadele eden insan karamsar, umutsuz olamaz."
"Zamanım evde..."
"İstersen" diyorum, "bir gününün nasıl geçtiğini anlatarak noktalayalım bu söyleşiyi..."
“Çalışmamın uzunca bir zamanını düşünmekle geçiririm. Geç uyanırım. Bol kahve sigara eşliğinde günüme başlarım. Gazete ve dergilerimi gözden geçiririm, öğleden sonra telefonlar gelmeye başlar. Aşağı yukarı bütün bir zamanım evde geçer. Öğleden sonra masama geçerim.
Bütün bu oyalanmalar sırasında düşüncelerimi karalamayı sürdürürüm. Masamda bunları bir sıraya koyarım. Dişe dokunanları ayırırım. Sonra dışarı çıkarım. Mutlaka bir saatlik bir mahalle turu atarım. Gazete alırım. Bir kahvenin barında kahvemi içerken gazeteme göz atarım. Bu arada akşama çizeceklerimi düşünmeyi hep sürdürürüm. Yeni bir şeyler sökün etmeye başlarsa gazetenin kenarlarına, cebimdeki eskiz defterlerime not almayı sürdürürüm. Günlük alışverişimi yaptıktan sonra eve dönerim.
Herkes gibi gece 10.30-11.00'e kadar normal ev hayatımı sürdürürüm. Gece 11.00-12.00 gibi masama geçerim. Ertesi günü teslim etmek üzere yapacaklarımı gerçekleştirmeye dönük çalışmaya başlarım.
Resimler ve ben fizik olarak bitene kadar çalışırım.
Üretken/çalışkan olmak, sancılar çekmek, kılı kırk yarmak, sonuç olarak iyi, yeni bir şeyler çizmeye yetmiyor, işte bütün bir zamanım bu artı şeyi aramakla geçiyor."Günün tünelinde söz tükenecek gibi değil. Selçuk Demirel, bugün serginin açılışından sonra pazar günü yine "artı bir şeyi" aramak üzre Paris'in yolunu tutacak. Ama "iş"leri 29 nisana kadar İstanbul'da. Ve bu sergi haziran başında Alanya Kızılkule'ye, ekim başında ise Ankara'ya taşınacak.
Peki, diyorum bu dili oluştururken kendini daha çok-kimlere, hangi akıma yakın hissediyorsun?
"Görsel dil olarak kendimi Dada ve Sürrealist sanatçılarına hep yakın hissettim. Dali'nin su damlacığı gibi akan saati, benim için "şey'lere başka türlü bakmanın ta kendisiydi.
Bu sanat akımlarının çıkış noktaları, tanımlanmışın dışında (moral, estetik, inanış, şiir, felsefe vs.) yeni bir dil ve söylemdi."
Sanıyorum, günümüz iletişim teknolojisi ve bu teknolojinin aracılık ettiği medya, tehlikeli bir canavar gibi görünüyor sana?
"Montajı, miksajı daha önceden yapılmış, daha doğrusu fabrika edilmiş görüntünün, bütün bir hayatımızı kapsadığı bu yüzyılın sonlarında, çağdaş iletişim, insanı daha fazla yalnız, daha fazla edilgen, zayıf ve umutsuz kıldı. Rüyalarımız bile bu günlük, şiiri alınmış acısız, ağrısız görüntülerden alıntılarla dolu. Naklen savaş görüntüleri, terör, şiddet, patlamalar, parçalanmış insan vücutları, kan.... bütün bu gerçeklikler birer kurmaca gibi, televizyonun kapama tuşuna basınca sona eriyor ve gördüklerimizi hemen unutuyoruz...
Yeni iletişim teknolojisi kendi elitlerini yarattı. Buna günlük deyişle, topluca "medya" diyoruz. Ekonomi, politika sözüm ona sanat ve kültür, iletişim elitleri tarafından görsel tabletler halinde birer bardak soğuk suyla bizlere yutturuluyor. Bense insanların aptallaşmasına karşı çıktığım için çiziyorum.

"Senin" diyorum, "bir ayağın da Türkiye dışında, dışarıdan bakınca nasıl görüyorsun burayı?"
"Ülkelerinden uzakta, başka ülkelerde yaşayan insanlardaki ortak özellik, kendi ülkelerine karşı daha dikkatli duyarlı bir hale gelmeleri. Koruma, gözetme buna düpedüz "kayırma" bile diyebiliriz. Bu duygu bazılarında psişik boyutlara da varıyor.
Sporla uzaktan yakından hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, burada Trabzonspor bir Fransız takımını 3-2 yendiğinde koltuğumdan fırlayarak “Geçirdik.!” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Ben, bu geçirmeyi, henüz analiz etmiş değilim! Türkiye değişimlere gebe genç, dinamik bir ülke. Diğer demokratik ülkelerdeki insanlar gibi yönetilmeye, yönetmeye layık bir ülke. Bunu sadece yılbaşı kartındaki "en iyi dileklerimle" anlamında söylemiyorum. Bunun için mücadele etmeli! Mücadele eden insan karamsar, umutsuz olamaz."
"Zamanım evde..."
"İstersen" diyorum, "bir gününün nasıl geçtiğini anlatarak noktalayalım bu söyleşiyi..."
“Çalışmamın uzunca bir zamanını düşünmekle geçiririm. Geç uyanırım. Bol kahve sigara eşliğinde günüme başlarım. Gazete ve dergilerimi gözden geçiririm, öğleden sonra telefonlar gelmeye başlar. Aşağı yukarı bütün bir zamanım evde geçer. Öğleden sonra masama geçerim.
Bütün bu oyalanmalar sırasında düşüncelerimi karalamayı sürdürürüm. Masamda bunları bir sıraya koyarım. Dişe dokunanları ayırırım. Sonra dışarı çıkarım. Mutlaka bir saatlik bir mahalle turu atarım. Gazete alırım. Bir kahvenin barında kahvemi içerken gazeteme göz atarım. Bu arada akşama çizeceklerimi düşünmeyi hep sürdürürüm. Yeni bir şeyler sökün etmeye başlarsa gazetenin kenarlarına, cebimdeki eskiz defterlerime not almayı sürdürürüm. Günlük alışverişimi yaptıktan sonra eve dönerim.
Herkes gibi gece 10.30-11.00'e kadar normal ev hayatımı sürdürürüm. Gece 11.00-12.00 gibi masama geçerim. Ertesi günü teslim etmek üzere yapacaklarımı gerçekleştirmeye dönük çalışmaya başlarım.
Resimler ve ben fizik olarak bitene kadar çalışırım.
Üretken/çalışkan olmak, sancılar çekmek, kılı kırk yarmak, sonuç olarak iyi, yeni bir şeyler çizmeye yetmiyor, işte bütün bir zamanım bu artı şeyi aramakla geçiyor."Günün tünelinde söz tükenecek gibi değil. Selçuk Demirel, bugün serginin açılışından sonra pazar günü yine "artı bir şeyi" aramak üzre Paris'in yolunu tutacak. Ama "iş"leri 29 nisana kadar İstanbul'da. Ve bu sergi haziran başında Alanya Kızılkule'ye, ekim başında ise Ankara'ya taşınacak.
Refik Durbaş
kaynak:- YeniYüzyıl gazetesi, 31.o3.1995 /*mizah ve şiir arşivi
*13.01.2008*