Sayfalar, 1,2,3,4,5,6

28.08.2010

kendini unutturmayan yazılar /
Ötesi olmayan köye bir dostu daha uğurladık /
................................................. Selahattin Duman
Yaprak dökümü sürüyor.. Şairin “Gönlümü saran bu dört duvar mı? Ölümden öteye köy var mı?” dediği gibi Ömer Uluç da köyüne gitti işte.. Benim resim eleştirmenliğim de burada biter.. Bir daha Ömer Uluç gibi hoşgörülüsünü nereden bulup, resimlerine sataşacağım?
Elimde zıpkın, denize inmiştim.. Olmayan balıkları kovalamak için..
Bir buçuk saat mi yoksa iki saat mi ne dolanıp durdum..
Dilimin ucunun uyuşmaya başlamasından iki saate yakındır denizde olduğumu kestirip çıkmaya karar verdim..
İskeleden sarkan merdiveni tutup da başımı yukarıya çıkardığımda bir çift meraklı gözle karşılaştım..
Ömer Uluç ayağında bir şort, üzerinde bir tişört “Bu adamın zoru ne?” der gibi bana bakıyor..
Arkasında da Bedri Baykam..
Aynı gün gelmişler bizim siteye.. Ömer Uluç’un karısı Vivet Kanetti peşine takmış, getirmiş ikisini de..
***
Karşılıklı atışma daha ben iskeleye adım atmadan başladı..
Onlar benim balıkçılığım üzerine mavra geliştirdiler.. Doğal olarak ben de onların ressamlıklarına bulaştım..
Yazmadığım bir şeyi de söylemedim zaten.. Sonunda işi iddiaya götürdüm..
“Ben var ya ben..” diye başladım..
“Popoma boya sürer bir tuvalin üzerine otururum.. Çıkan şekli ikinizin de resimlerinden daha pahalıya satarım..”


İçki o zaman da şişede durduğu gibi durmuyordu..
“Var mısınız iddiaya?” deyip üsteledim.. “Çıkarın en baba tablolarınızı..”
Dilin kemiği yok.. Yüz kırk promilden sonra hiç yok.. İki kadeh daha şarap içsem sıra Rembrandt’a, Egon Schiele’ye filan gelecek..
Leonardo da Vinci abimiz de sırasını beklesin..


YAPARSIN ABİ..
Bedri Baykam’ın
kromozomları “sosyal demokratlık geni” ile malûl olduğundan teklife hemen atladı..

“Varım ulan!”
İçimizde çelebi olan Ömer Uluç.. Alkolle dangalaklaşan bir dimağdan çıkan bahis teklifine sardırmayacak kadar olgun olan o..
Yaparsın abi..” deyip alttan aldı..
“Senin poponun izdüşümü bizim tablolardan elbet daha çok para eder..”Buradan gerisi bol kahkahalı bir muhabbet..
O gün dinlemiştim asansörde karşılaştığı ak saçlı bir beyefendiden aldığı tavsiyeyi..
Ömer Uluç’un elindeki boruların birbirine girmiş halini andıran soyut çalışmayı görmüş..
“Beyefendi..” demiş.. “Hiç uğraşmayın bununla.. Tamir ettiremezsiniz..”
Anlatırken gözleri kısık, için için gülüyordu.. Kendisiyle dalga geçmeyi beceren insanların sohbetine bu yüzden doyum olmaz..
O gün Ömer Uluç’la meğer son kez sohbet ediyormuşum.. İnsan nasıl bilebilir ki.. Sonraları orada burada karşılaştık, ayak üstü bir iki laf ettik birbirimize..
Bir daha karşılıklı oturup konuşabildiğimiz hiç olmadı..
Vivet Kanetti tanıştırmıştı bizi..
O zaman ikimiz de Sabah’ta çalışıyorduk..
Vivet, iki tembelin kendi haline bırakıldığında asla bir araya gelmeyi beceremeyeceğini bildiğinden buluşmayı en ince ayrıntısına kadar organize etmişti..
Bize kaytaracak yer bırakmadan..
***Ortaköy Ziya’da bir yaz akşamı buluştuk.. Başladık kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi konuşmaya..
Nasıl kaptırdıysak o iki kişiyle sınırlı muhabbete.. Vivet Kanetti gece yarısına doğru bizi bırakıp kaçtı.. Saat 3.00’e geldiğinde mekânda kimse kalmamıştı..
Patron bizi oradan kaldırmanın sakıncalı olacağına hükmetmişti masaya altı viski kadehi bıraktı..
“Biz gidiyoruz..” dedi..
Biz dediği; garsonundan aşçısına, değnekçisinden komisine tüm ekip.. “Kapıları da kitliyoruz..” diye ekledi..
Tınmadığımızı görünce son lafını havaya edip, gitti..
“Çıkmak istediğinizde duvardan yola atlarsınız..”Patronun dediği gibi yapıp yola atladığımızda hava aydınlanmış, saat ise 6.00’yı çoktan geçmişti..


ZENGİNLİK BUDUR
Giyim, kuşam, lüks araba, marka gösterileri..
Tanıdığım Ömer Uluç’ta bunlar yoktu.. Kalendermeşrep bir adamdı..
Kendini “ulaşılmazların” kulübünden saymıyordu.. Kimseyi sallamıyordu..
Resimleri ile dalga geçen o kadar yazı yazdım.. Bir kere bile sızlanmadı.. İçinden “Hıyar, ne anlarsın resimden?” diye geçirmiştir muhakkak..
Benim sataşmalarımın “kayıkçı kavgası” olduğunu biliyordu.. Resimden anlamadığımı da..
Onu en lüks yerlerde de yemek yerken görebilirdin.. Salaş bir mekânda da..
Onun lüksü sanırım canının istediğini, istediği zaman yapmasıydı..
Hatır için çiğ tavuk yemek mi? Bir yere kadar.. En azından tavuğun tüyleri yolunacak..
Benim de figürasyonuna çıktığım sıkıcı bir filmin galasındaydık.. İstanbul’un bütün ağır abileri salonu doldurmuştu..
Kendimi futbolcu sandığımdan halı saha maçını bitirip gelmiş, filmin ancak ikinci yarısına yetişmiştim..
Salonda bir kişilik bile boş yer yoktu.. Ömer “Gel benim yerime otur, ben gidiyorum..” dedi..
Vivet’inAyıptır, kayıptır.. İnsanlar ne der?” itirazlarına rağmen kalmadı sinemada..
Giderken bir de filme dair hepimizi güldüren sinkaflı bir yorum yaptı ki değme sinema eleştirmeninden o kadar doğru tespit çıkmaz..
***İnsanın canının istediği gibi yaşaması bir zenginlikse Ömer Uluç’ta bu fazlasıyla vardı..
Okay Gönensin’den duydum acı haberini.. İçimi sızlattı.. Dönülmez bir yola sokmuş hastalığı.. Sona yaklaştığını biliyormuş..
Güzel bir hayat sürdü, bizleri terk etmek için de kışın en berbat günlerinden birini seçti.. Kendi kendime hep sormuşumdur..
Acaba karlı bir kış günü mü ölmek zor gelir insana, yoksa baharda veya yaz ortasında günlük güneşlik bir havada ölmek mi?
Ecel ile pazarlık şansım olsa Aralık veya Ocak’tan bir gün teklif ederdim.. Ayı belirledikten sonra gün için de “yoğun kar..” şartı koyardım..
Dünyayı terke katlanmak herhalde daha kolay olurdu..
Bir yaprak daha düştü işte.. Bu soğuk kış rüzgârlarında kim bilir nerelere sürüklenmecesine..
Güle güle Ömer Uluç usta!
***
Kaynak_VATAN-30 Ocak 2010 Cumartesi   ...BAĞLANTI
========================================


** sduman@gazetevatan.com

SELAHATTİN DUMAN / "Tenisi biz keşfetseydik başka türlü oynanırdı"  <--adlı yazının bağlantı adresi: http://haber.gazetevatan.com/haber.vatan?detay=Tenisi_biz_kesfetseydik_baska_turlu_oynanirdi&Newsid=282985&Categoryid=4&wid=1
*.*