
En eski meslektaşım ve karikatürümüzün önemli sanatçılarından biridir.
Karikatüre benden bir yıl önce, 1942 yılında başladı.
Babası Kasım Selçuk'un asker olması nedeniyle, çocukluğu ve gençliği Anadolu'nun değişik şehirlerinde geçti. İstanbul'a geldi ve Dişçi Fakültesi'ne yazıldı. Kısa bir süre sonra fakülteden ayrıldı.
Turhan'ı 1943 yılında Akbaba mizah dergisinde tanıdım. Dostluğumuz o yıldan bugüne aramızda hiçbir sorun çıkmadan devam etti. Ve devam edecektir.
Birçok işi birlikte yaptık.
Karikatürcüler Derneği'ni birlikte kurduk.
Türkiye'de 50 kuşağının hiçbir temsilcisi aynı kuşaktan arkadaşıyla birlikte sergi açmamışken, Çamlıca Sanatevi'nde ortak sergi açtık. Özgün basın karikatürlerimizi sergiledik. Wilhelm-Busek Karikatür Müzesi'nde karikatürlerimiz birlikte sergilendi. Almanya'nın beş kentinde sergiler açtık.
Daha ne olsun... Nikâh şahitliğini bile yaptım.
Kardeşi İlhan Selçuk'la birlikte 1959 yılında 'Taş' Karikatür-Mizah Dergisi'ni yayımladık. Tabii Turhan da bizimle birlikteydi.
Eniştesi Mengü Ertel'i ondan önce Akademi'de tanıdım.
Turhan'ın en önemli özelliklerinden biri, belki de en önemli özelliği, çok çalışkan ve dobra oluşudur.
Sanatın tembellikle yapılmayacağını birçok arkadaşımdan önce anlayışı, onu genç yaşında başarıya götürmüştür.
Öğle rakılarından ve gece âlemlerinden başını kaldıramayanlara ders verir gibi, günlerce başını kaldırmadan evinde çalıştığını çok iyi biliyorum.

"Semih Amca, babam hiç evden çıkmıyor. N'olur onu arada sırada evden çıkarın da gece birlikte bir yerlere gidip yemek yiyin. Buna çok üzülüyorum. Onu ancak siz çıkarabilirsiniz," demişti.
Birçok meslektaşı Turhan'ı kıskandı. Arkasından dedikodusunu yapıp, sanatına dil uzatmayla kendilerinin başarıya ulaşacağını sandılar. Bunun yanlış olduğunu söylediğimiz zaman da,
"Sen de onunla birlikte sergi açtın. Seni de defterden sildik," dediler.
Sabırlı insandır Turhan, kırk yılı aşkın bir süredir yılmadan, usanmadan, yorulmadan Abdülcanbaz'ı çiziyor ve bundan sonra da çizecektir.
Abdülcanbaz'dan aldığı tadı başka bir çiziminden aldığını da sanmıyorum.
Kaç kez bana:
''Yahu, gelirken bir adam yolumu kesti ve, 'Turhan Bey Abdülcanbaz'ı neden çizmiyorsunuz? Biz ailecek Abdülcanbaz'ı çok seviyoruz. Ne zaman tekrar başlayacaksınız?' diye sordu. Gel de bunu Milliyet yönetimine anlat bakalım," dedi.
Bunları söylerken, tabii Abdülcanbaz'dan söz ederken de, ne kadar mutlu olduğunu gördüm.
Bu da onun en doğal hakkıydı. Kolay değil, yarım yüzyılın bir ürünü...
*"Bir insanı iyi tanımak için, ya birlikte hapiste yatacaksınız, ya askerliği birlikte yapacaksınız, ya da yolculuğa çıkacaksınız" derler ya; Turhan'la hapiste yatmadım, askerliğimi de birlikte yapmadım, ama birlikte çok yolculuk yaptım.
Ankara'ya birkaç kez, iki kez de Almanya'ya gittim. Biri Hannover'e, biri de Münster'e. Birçok meslektaşımla birlikte yolculuğa çıktım. Bedri, Ferruh, Yalçın Çetin, Şadi Dinççağ, Gürbüz Doğan, Ali Ulvi, Nehar Tüblek, Erdoğan Bozok ve Tonguç'la... Üç aşağı beş yukarı hepsi iyiydi yolculukta. Yalnız Ali Ulvi keyfine düşkün olduğu için, ufak da olsa bir mızıkçılık yapardı. Artık onun bu huyuna alıştığımız için, bu mızıkçılığı yapmadığı zaman şaşırırdık.
Ama Turhan'la öbür arkadaşlarım gibi hiçbir sorun çıkarmadan her yolculuğa rahatça gidebilirim; bundan sonra da olursa severek giderim. Çünkü, Ulvi gibi sorun çıkaran bir kişiliği asla yoktur. Uyumlu kişiliği çevresine de yansır.
Bir ara maçlara da gelirdi. Dolmabahçe ve Ali Sami Yen'de birlikte çok maç izledik. Hastası değil ama biraz Fenerbahçe sempatizanı idi. Aradan uzun bir süre geçti, baktım Cim Bom'u tutuyor.
"N'oldu," dedim. "Sen Fener'i tutuyordun, şimdi de Galatasaraylısın ?""Yahu," dedi, "Ankara'da yapılan bir Cumhurbaşkanlığı mı, Başbakanlık Kupası'nda mı ne, Fener'le Galatasaray karşılaştılar. Maçtan sonra da şeref tribününde kupayı Özal verecek. İki takım da tribüne çıktı. Galatasaraylılar Özal'ın elini sıkarak geçtiler. Fenerlilere gelince hemen hepsi Özal'ın elini öpmediler mi? O anda Fenerli olmaktan vazgeçtim. Galatasaraylı oldum. Olay bu ... "Selçuk ailesi birbirine çok düşkündür. Bu bende asla olmadığı için, daha doğrusu bizim ailede asla olmadığı için, bu görüntüyü hep gıpta ile seyretmişimdir. Bilemiyorum, anneden mi, yoksa babadan mı kaynaklanıyor?
Ama çok güzel bir dayanışma. Bu dayanışmaya enişte Mengü de katılmıştı ve çok güzel bir görüntü veriyordu.
Almanya'da bulunduğumuz sırada Turhan'ın kız kardeşinin oğluna hediye almak için, ne kadar dolaştığımızı ben bilirim. Bilmiyorum ama, belki de Aslı'ya hediye almak için bu kadar dolaşmamıştır.
*
1971'deki o feci günleri hiç unutmuyorum. Turhan'ın gözaltına alındığını duyunca, karım Emel'le birlikte evine gittim. Eşi Füruzan hiç konuşamıyordu. Sonra, Turhan'ı dövdüklerini nezaretten erken salıverilen Ruhi Su anlatırken sanki o tokat ve yumruklar hepimizin yüzüne iniyordu.
Turhan serbest bırakılınca, kısa süre sonra bir gece birlikte olduk. Dayak olayını anlatırken bile, en çok kullandığı sözcüğü 'Keratalar'dı.
"Yahu, dedim, bu adamlar seni dövmüşler. Sen hâlâ onlar için 'Keratalar' diyorsun: Bu kadar yıl Adana'da kaldın. Salla şöyle okkalı bir Adana küfürü de, biz de hep birlikte sana katılalım."Yanıt ilginçti:
"Boş ver yahu... Olmuş bitmiş artık. .. ".
Sevgili dostum Turhan'a bundan sonraki yaşamında ailesiyle birlikte sağlıklı ve Abdülcanbaz'lı bir yaşam diliyorum.

kaynak: semih balcıoğlu_memleketimden karikatürcü manzaraları_2003_can
