Aşağıdaki konuşmanın çözümü

(Doğaçlamadır; sürçü lisan etmiş
isek affola.)
İnsanın varlığı, hayatı, sözü bir cür’etkârlıktır. Ben de burada cür’et etme
hakkımı kullanıyorum:
Hayat bir kaos. Bütün kâinat, nefes alıp veriyor ve her nefeste dağılıp
birleniyor. Bu kaos; güzelliğe, adalete, büyüklüğe hizmet ediyor. Bizler bu kaosun içerisinde zorlanıyoruz. Çünkü hepimizin
sınırları var. Hepimiz sınırsız bir sınırlılık haliyiz aslında. Dünyaya geliyoruz;
sınırlı bir bedenin içerisinde sınırsız bir ruh olarak ve isyan ediyoruz.
Boynumuzu büküyorlar ve
sınırlı bir beden yetmiyormuş gibi sınırlı bir anlayışa
da hapsoluyoruz. Bu sınırlılık hali çok yaralayıcı ve kendimizi bilir bilmez bu
sınırlılık haline isyan ediyoruz. Ama bu isyanın bir karşılığı olması
gerekiyor. Sınırsızlığa erişmek istiyorsak bunun yolu her-halde sınırlarımızı
zorlamak ve büyümekten; sorumluluk almaktan geçiyor. Büyüklüğün yolu, tek
kelime ile sorumluluk almaktan geçiyor. Neyin sorumluluğunu almak derseniz; en
başta yaratmanın sorumluluğunu almak... Çünkü ben bir kalemsem eğer ve tüm
ömrüm boyunca hiç yazmadıysam eğer - o zaman ömrüm bir çöptür. Kalem olduğumu
ben - yazarak bilirim. Çünkü görevim odur; işim odur. Ve ben kendime baktığım
zaman bir insan olarak, bir yaratıcı görüyorum. Ve diyorum ki yaratmam lazım;
sözümle yaratmam lazım, nefesimle yaratmam lazım; eylemimle yaratmam lazım ve
yaratmıyorsam, ben de çöpüm. İşin ilginç tarafı yaratıcılık biraz cür'etkarlık
istiyor. Hatta fazlasıyla cür'etkarlık istiyor. Çünkü kimim ki ben yaratıyorum
diyor insan bazen, kime kafa tutuyorum. İşin içerisine kibirli miyim acaba ben
sorusu giriyor. Ama o kibir bile zannedersem sevgiden oluyor. Çünkü o kibir
bile bize gerçekten sevmenin ne olduğunu öğretmek için var gibi geliyor bana. O
kibir aslında bize bir kap veriyor ve diyor ki bunu aş. Onu aşınca daha büyük
başka bir kabın içerisine akıyorsun aslında ve onu da doldurmaya çalışıyorsun –
sevgiyle, paylaşımla, yaratım cür'etiyle. Ama halen bir kapsın. Dedim ya insan
sınırsız bir sınırlılık hali aslında ve sınırsızlığını özleyen bir sınırlılık
hali. Sınırsızlığımızı özlüyoruz herhalde. Öyle düşünüyorum; öyle hissediyorum.
Ben çok özlüyorum şahsen sınırsızlığımı ve o zamanlarda da hata yaparken buluyorum
kendimi. Çokça hata yaparken; çokça gevezelik ederken; gereksiz laf söylerken;
kalp kırarken bazen... Ve sonra diyorum ki bunun bana öğrettiği şeyle daha
sınırsız olmayı, gönlümü zengin kılmam lazım. Yarattığım şeyin ne olduğuna
baktığım zaman hissettiğim şu ki, hepimiz sanatçıyız aslında ve sanatçı denilen
kişi ortadan kaybolduğunda sadece sanat ortaya çıkıyor ve aslında yaratmak
demek, o sanatın ta kendisi olmak demek. Yani insan eserinde yaşıyor, insan
eserin üretim sürecinde yaşıyor ve eseri var ederken yaşıyor. Aslında biz,
büyük bir sanatçının yaratma cür'etiyle dünyaya geldik. Ve biz de yaratıyoruz
ve yarattığımız eser kadar varız. Eserin ne olduğuna bakınca da başka bir şey
gözüme çarpıyor: aslında bütün yaratım, bütün eser kendinden başka bir şey
değil. Hep kendini yaratıyorsun. İlişkilerine bakıyorsun, ilişkilerinde ne var
ettiysen o senin yaratımın. Ve o eser sana dönüyor, seni açıyor, seni büyütüyor
ve seni güzelleştiriyor; eğer sana hizmet etmesine izin verirsen. İnsanın en
büyük eseri, bence kendisi ve insan, kendini yaratma cür'eti gösterebilmeli. En
büyük sorumluluk da bence bu. Bu sorumluluğu alan insan da sürekli kabını
büyütüyor. Bu bana şunu hatırlatıyor; hayvanat bahçelerine gittiyseniz temelde
iki tür kuş kafesi görürsünüz. Bir tanesi her tarafı kapalı kafesler. Rengârenk,
cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar görürsünüz. İkinci tür kafesler ise etrafı kapalı
üstü açık kafesler oluyor. Kuşlar uçup kaçmıyor. Uçabilme yeteneğine sahipler
ama uçup kaçamıyorlar. Neden? Çünkü onlara uçabilecekleri bir alan verilmiyor.
Uçabilmek için belli bir mesafe koşarak, güç almaları gerekiyor. O alan
olmadığı için veya engeller olduğu için uçamıyorlar. Biz sanki bu ikinci
kafesteki kuşlar gibiyiz. Biraz alan yaratmamız gerekiyor ki ondan sonra
sınırsızlığa uçabilelim. Engel aşmamız gerekiyor, biraz mesafe, aralık
yaratmamız gerekiyor. Onu yaratabilirsek de özgürce kanat çırpma eşiğine
ulaşıyoruz ve sınırsızlığı tadabiliyoruz gerçekten. Benim sınırsız olduğumu
hissettiğim anlar; sevdiğim anlar, sevildiğimi bildiğim anlar ve her ne
yaratmışsam bu hayatta, her kimi karşıma çıkartmışsam ve kiminle haşır neşir
olmuşsam onunla birlik halini idrak ettiğim anlar aslında. O yüzden de hayata,
onu verene ve yarattıklarıma müteşekkirim. Aynen bir annenin çocuğunu doğurarak
ona bütün bir ömrü boyunca aşkla bakması gibi biz de tüm yaratımımıza aşkla
bakabilirsek sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluruz diye düşünüyorum.
...
ileti: gülm.ç.t /
15/10/2013_
00:14